Hiç inatçı bir çocukla karşılaştınız mı? Dediğim dedik, kendi bildiğini yaşam savaşı veriyormuşçasına savunan, ısrarla inandığı şeyin arkasında duran, hiç mi hiç esnemeye pay bile bırakmayan. Ben o inatçılığın arkasına gizlenmiş kararlılık duygusunu çok iyi tanıyorum. Nereden mi? Danışanlarımdan önce kendimden. Böyle bir çocuktum ben, biraz dediğim dedik, biraz inatçı. Yıllar köşelerimi törpüledi, sınırlarımı esnetti tabii. Hala vardır biraz dik kafalılığım…
Çalıştığım anne-babalardan da çok sık duyuyorum “çok inatçı, dediğim dedik”. Özellikle 3 yaş döneminde bu özellikler tavan yapar, ebeveynler bilir. Çocuk kendi imparatorluğunu kabul ettirmek isteyebilir. Bu normaldir. Varolma savaşı verir. Bunu yaparken bazen davranışsal problemlerde ortaya çıkabilir. Ancak hep hatırlamak gerek, davranışsal bir problemin olduğu yerde her zaman onun pozitifi de vardır. Çocuk elindeki kişiliğiyle henüz o kadar performans gösterebiliyordur. O inatçılık henüz dönüşemediği için kararlılığın arkasına gizlenir. Yeterli psikolojik olgunluğa ulaşmak için gerekli ortamı sağlanan çocuk, davranışlarını, tıpkı yağmurdan sonraki gökkuşağı gibi olumlu yöne çevirebilecektir.
İnatçılık, kendi bildiğini okuma, diretme gibi davranışlar yeterli ortam sağlanırsa, çocuğun her inatçılık darbesi sabır ve sakinlikle yönetilebilirse (biliyorum çok kolay değil), yaratıcılığa, kararlılığa, liderlik becerisine dönüşecektir. Tabii ki bu demek değildir ki çocuğun inatçılığına boyun eğin, her fikrini gerçekleştirin.
Sadece anlayın ve kendi fikirlerinizi empoze etmeyi bırakın. Bırakın kendi dünyalarını keşfe çıksınlar, kendi kişilik özelliklerini o boks ringinden zaman çıkarak, zaman zaman esneterek kendileri farketsinler…